İlk görüşte aşkın hikayesi

İlk görüşte aşkın hikayesi
Giriş Tarihi : 08.04.2013 - 11:00
Güncelleme Tarihi : 08.04.2013 - 11:00
İlk görüşte aşkın hikayesi

‘Sudan Bıkmış Balıklar’, yayınlandığı daha ilk gece sosyal medyada bolca övgü aldı. Kentli Selim’le, kasabada büyümüş Zeynep’in ilk görüşte başlayan aşkını, dostluğu, savaşmayı, yenilmeyi her şeye rağmen yeniden denemeyi anlatan dizinin başrol oyuncuları Ezgi Eyüpoğlu ve Burak Sağyaşar’la aşk ve ilişkiler ekseninde konuştuk.

Ezgi Eyüpoğlu, İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü’nde okurken tiyatro kulübüne girmesiyle oyunculuğa sevdalanmış. Daha sonra Bahçeşehir Üniversitesi’nde oyunculuk üzerine yüksek lisans eğitimi almış. Ailesinin de desteğiyle oyunculuk alanında emin adımlarla ilerlediğini söyleyen Eyüpoğlu, küçük yaşlarında da kalabalık bir grup buldu mu yazdığı oyunlarını hemen sergilemeye pek meraklı olduğunu anlatıyor. Burak Sağyaşar da oyuncu olmayı ‘kafaya takmış’ biri. Pierre Loti Fransız Lisesi’nde eğitimini tamamladıktan sonra Sorbonne Üniversitesi’ne gitmeye hak kazanan Sağyaşar, bu fikirden caymış ve konservatuar sınavlarına girmiş. Mimar Sinan ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nin tiyatro bölümlerini kazanmış. Ancak üniversite sınavlarında elde ettiği başarıyla Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü kazanınca orada okumaya karar vermiş. Oyunculuk üzerine  eğitim de alan Sağyaşar üç dil biliyor. Star TV’de başlayan ‘Sudan Bıkmış Balıklar’ adlı dizinin oyuncularıyla konuştuk.

- Dizinin adı neden ‘Sudan Bıkmış Balıklar’? Özdemir Asaf’ın ‘Suyunu Azarlayan Balık’ mısrasını çağrıştırdı, hani ailesini, bulunduğu yeri reddeden misali…
Burak Sağyaşar: Çok doğru düşünmüşsünüz. Bu isim dizideki karakterlerin kurduğu müzik grubunun adı. Selim karakteri ailesini kaybetmiş, eniştesi ve teyzesiyle yaşıyor. Anne, babasından kalan büyük holdingin yüzde 80’i Selim’in ancak teyze ve eniştesi işleri devralmış. Selim henüz 23 yaşında, pek sorumluluk almak istemeyen, hayatın tadını çıkarmak isteyen bir genç. Asi ruhlu da bir adam ve çok da baskı altında olmayı sevmiyor. Bir gün akrabalarıyla tartışıyor ve kafasını dinlemek üzere motoruna atladığı gibi Kaş’a gidiyor. Orada bir kamyonla çarpışıyor, son gördüğü resim Zeynep’in yüzü oluyor. Böylece hayatındaki ilk gerçek aşkı buluyor.

- Selim baba parası yiyen bir genç mi?
Burak S.: Tam tersine içi dışı bir, samimi bir adam. Hayattan fazla beklentisi de yok. Huzuru arıyor. Zaten annesi, babası yanında değil ve hayata bir sıfır yenik başlamış biri. Müzik yapmayı seviyor ve şirket işleriyle ilgilenmektense müzik grubu kuruyor.

- Peki, Zeynep karakteri nasıl biri?
Ezgi Eyüpoğlu: Kaş’ta doğup büyümüş, ailesine çok düşkün bir kız. Sorumluluk sahibi. Hayattaki en büyük korkusu ailesini üzmek. Özellikle babasını hiç üzmek istemiyor. Daha önce âşık olmamış ama  Selim’le karşılaşıyor ve âşık oluyor.

- İlk görüşte aşk diyebilir miyiz?
Burak S.: Diyebiliriz. Selim de öyle pek kızlara tutulan biri değil. İlk defa Zeynep’in o güzel gözlerine vuruluyor ve ilk görüşte âşık oluyor. Zeynep de aynı şekilde.

- İlk görüşte aşk sadece filmlerde, dizilerde mi olur, sizin başınıza hiç geldi mi?
Burak S.: İlk görüşte aşk mümkün. Bunun sadece filmlerde olduğuna inanmıyorum. Benim de başıma geldi ki bir buçuk yıldır Hatice’yle (Şendil) birlikteyiz.
Ezgi E.: Benim de ilişkim ilk görüşte aşkla başladı. Zaten ilk görüşte aşkın olabileceğine inanıyorum. İlk anda hissediyorsun ve bir şeyler tutuyorsa oluyor.

- Bir gruba girdiğimizde âşık olabileceğimiz adamı ya da kadının kim olabileceğini hemen hissederiz değil mi? Koku, ses tonu, o bir şey bizi çekiyor…
Burak S.: Hepsine aynı duyguları hissedemiyorsun. O seçtiğin kişi kimse diğerlerinden daha farklı oluyor.
Ezgi E.: O şey neyse ‘güzel bir şey’ diyorum ben. (Kahkahalar)…

- Anne-babalarınızın ya da daha eskilerin döneminde yaşadığı ilişkiler size daha yakın mı, uzak mı? Mesela pastanede buluşmak, el ele yürümek…
Ezgi E.: Bir ilişkide heyecan ne kadar diri olursa, bir şeyleri ne kadar beklersek o kadar kıymetli oluyor. Bekleyip de kavuştuğun zaman ilişkin daha çok anlam kazanıyor. Böyle olunca da vazgeçmek zorlaşıyor, kaybetme korkusu gelişiyor. Hayatımda sadece aşkta değil, her şeyde bunu yaşadım. Beklemek güzel bir duygu… Aşkta beklemek, özlem duymak ve heyecanın uzun süre korunması taraftarıyım. O yüzden iletişimin daha basit düzeyde olduğu, ilişkilerin iç içe geçmediği dönemler bence çok özel, çok daha naif.
Burak S.: Çok katılıyorum. Çünkü haftada bir kere pastanede buluşmak onlar için çok değerliymiş. İşte o zaman ilişkiler anlam kazanıyor. Şimdi her şeyi o kadar çabuk tüketiyoruz ki hiçbir şeyin değeri kalmıyor. Ben aşk ve ilişkiler konusunda çok geri kafalıyımdır. Dedemlerin döneminde yaşadıkları gibi yaşıyorum aşkı. Annemle babamın ilişkileri de aynı. Annemin ailesi babamla görüşmesine izin vermediği için çok çabuk evlenmişler. İlk zamanlar paraları olmadığı için evlerini kendileri boyamış, nakliyeci tutamadıkları için eşyalarını  taşımışlar. İlişki dediğiniz zaten hayatı paylaşmaktır, bunlar benim için çok değerli.

ALDATILMAK ACI VERİR
- Günümüz gençleri aldatılma korkusu yaşıyor mu? Yoksa “Ben de yaparım, olmazsa atarım, yenisi gelir” mi diyor?
Ezgi E.: Aldatılma her devirde var. Kötü bir duygu... İlişkilerin dejenereleşmesiyle, daha kolay olmasıyla aldatılma da fazla.
Burak S.: Facebook’tan, Messenger’dan ilişki kurmak kolaylaşmış durumda. Herkes çok çabuk birilerini bulup aynı hızda da kaybediyor. Bir grup var ki aldatılmaktan korkuyor, bir grup da var ki “Aldatırsa da ne yapayım, kız mı, adam mı yok” diyor. Böyle çorba bir haldeyiz işte. Farkındaysanız çok pesimist bakıyorum galiba.

- Burak aldatılırsa sanki karşısındakini mahvedermiş gibi duruyor. Öyle mi?
Burak S.: Yok, nereden çıkarıyorsunuz? Yapacak bir şey yok. Kimseyi bir şey için zorlayamazsınız. İnsanlar kalbinden gelen sesi dinlesin. Seviyorsa “Seviyorum” desin, stratejilerle uğraşmasın.

- Aldatsanız karşı tarafa söyler misiniz?
Burak S.: Ben zaten aldatmam. Birinden etkilenirsem söylerim. Çünkü insanların duygusuyla oynamak çok acı verir. Bunun acısı da sizden çok fena çıkar. O kişi sizi evde beklerken siz başka kadınlarla ilgileniyorsanız bu çok fena. Aldatılırsam da “Allah aşkına çok iyi olmuş, daha evvel ortaya çıktı da kurtuldum” derim. Kendimi onun için hırpalayamam.

- Aşk ve ilişkiler üzerine yaşıtlarınıza nasıl önerilerde bulunmak istersiniz?
Burak S.: Birbirlerini yormasınlar. (Gülmeye başlıyor)… Benim yaş 26 ama içim 50 gibi. Öyle bir adamım. Hakikaten kendilerini yormasınlar, ilişkileri akışına bıraksınlar. Bunlar belki klişe cümleler, okudukları zaman “Aman geç bunları” diyecekler ama zaten ilişkinin kendisi zor o yüzden hayatı dar etmenin anlamı yok. Hayat mücadelesi veriyorlar, gençler, üniversiteye hazırlanıyorlar, bir yandan aşk acısı çekiyorlar… Anne-baba baskısı var. Kendilerini yormasın, rahat olsunlar.
Ezgi E.: Ben de birbirlerini yorsunlar da azıcık heyecan olsun dermişim. (Kahkahalar)… Tıkandım… Ne söylesem…
Burak S.: “Kızlar kapris yapmasın” de.
Ezgi E.: İlişkide dürüst, anlayışlı olsunlar.

ASİ DEĞİLİZ
- Ailenizi dinlemeyi mi tercih edersiniz yoksa arada asilik yapmayı mı?
Ezgi E.: Ailemle çok güzel bir iletişimim var. Onlara kızacağım ve itiraz edeceğim durumlar olmadı. Hatta ergenlikte bile çatışma yaşamadım. Hiç asilik yapmadım.
Burak S.: Ben de hiç asilik yaşamadım. Hiçbir zaman ne anneme ne de babama karşı geldim. Her zaman mantıklı adımlar attım. Planlı ve programlı yaşarım.  Her şeyden vazgeçmek bana göre değil.

- Gençliğimde ailemle çok çatışmışımdır… Gençler daha mülayim oldu, aileler mi daha modern görüşlü?
Burak S.: Aile tecrübelerini çocuğuna aktarabilir ama bir şeyleri de dayatmaması lazım. Çünkü adı üstünde çocuk, mantığı kuramadığı için inatla ailenin dediğinin tersini yapıyor. Zaten hayat size öyle bir çizgi çiziyor ki isteseniz bile onu değiştiremiyorsunuz. O yüzden “İlla bunu yapacaksın, şöyle olacaksın” dedikçe sonrasında o bastırılmış duygular, ‘30 yaşından sonra üzeri açık arabaya bineyim altın kolye takayım, yanımda da kızlar olsun’ diye birilerinde patlayabiliyor. Kadın da “Yeter artık hayatımı yaşayacağım” deyip kendini sokaklara atabiliyor.
Ezgi E.: Belki de gençliklerinde baskı gören aileler büyüdü ve çocuklarına bunu yapmamaya karar verdi.
Burak S.: Şimdiki genç kızlarda deli cesareti var. “Bana bir şey olmaz, giderim, sabaha karşı da dönerim, üç gün sonra da dönebilirim” diyebiliyorlar. O cesareti nereden bulduklarını anlamıyorum, ben erkek halimle bulamadım.

- Ailem külkedisi misali “Aman kızım gece 12 olmadan eve dön derdi”, şimdi de aileler “Aman kızım yeter ki eve dön de, kaçta gelirsen gel” mi diyor?
Burak S.: Gel diyorlar da, git demiyorlar.
Ezgi E.: Mesela ailemin bana gece 12’de eve gel demesine gerek bile olmadı. Her şeyi yaşında ve zamanında yaşadım. Zaten saat 12’de eve giderdim.

- Siz de pek sıkıcı gençlermişsiniz… Okul da mı kırmadınız?
(Kahkahalar)… Ezgi E.: Ufak tefek asilikler yapmışızdır. O kadar sıkıcı değiliz.
Burak S.: İki kere sınıfta kalmıştım.
Ezgi E.: Aa, sen sınıfta mı kaldın? Ben hiç kalmadım bile. Sen de az değilmişsin…
Burak S.: Mesela arkadaşlarım okulun Fransız bayrağını indirip Türk bayrağı asmışlardı, okulu boyamışlardı. Bunları hep manasız bulurdum. Riskli işlere girmeyi pek sevmiyorum. Şimdi de öyleyim. Dizi iyi, iyi oynayayım, paramı kazanayım diyorum. Ne kimsenin kaprisini çekmeye ne de başka bir şeye tahammülüm var. Kimi de bela sever, ilişkisinde bile sorun çıkarır, kavga çıkarır ki böyle insanlara tuhaf bakıyorum.

AŞIKSAM DÜNYA ÜZERİME GELSE DİNLEMEM
- Kız ya da erkek arkadaşlarınız söz konusu olduğunda ailenizi ne kadar dinlersiniz? Yoksa “Gönül ferman dinlemez, size ne” mi dersiniz?
Ezgi E.: Ailemi her konuda dinlerim. Onların söyledikleri kulağımda yer eder ve sonunda da onların dedikleri doğru olur. Genelde kararı bana bırakırlar.
Burak S.: Aşk, meşk söz konusu olunca biraz daha farklıyım. Duygusal bir adamım, kalbimle hareket ederim. Aşk da kalple bağlantılı olduğu için belki bir tık ailemi dinlemeyebilirim. Hakikaten sevdiysem, içimde o aşkı hissettiysem dünya üzerime gelse dinlemem. .

- Ne olursa mutlu olursunuz?
Burak S.: Beni başarı çok mutlu eder.
Ezgi E.: Beni de bu hayatta sevgi dolu, güzel insan ilişkileri mutlu eder. Sonra da yaptığım işte başarılı olmak…

- Peki, ne olursa sizi üzmeye yeter?
Ezgi E.: Tabii ki hastalık… İnsanın başı bile ağrısa yaptığınız işi bırakıp ona odaklanıyorsunuz.

- Burak, ‘genç kızların sevgilisi’ olmak hoşuna gidiyor mu?
Burak S.: Gitmez mi? Hepsine çok teşekkür ediyorum. Diziyle ilgili Twitter’dan öyle güzel şeyler yazdılar ki çok duygulandım. Yaptığımız işin tebrik edilmesi, saygı görmek hoş bir duygu. O kadar mutlu oluyorum ki. Hepsini kız kardeşim gibi görüyorum.

- Kızlar sana, erkekler de Ezgi’ye, âşık olmuyor mu?
Burak S.: Oluyor tabii olmaz mı?
Ezgi E.: İvit. (Kahkahalar)…

EV SOHBETLERİYLE BÜYÜDÜK
- Burak, Ankara’da büyümüş bir genç olmanın nasıl bir farkı var? İstanbullu bir gençle Ankaralı bir genç olmak arasında çok fark var mı?
Burak S.: Bence çok büyük farklar var. Zaten İstanbul’un şehir olarak size sunduğu imkânlar çok fazla. Ankara’da belli başlı şeyleri yapabiliyorsunuz. Doğduğum yıllarda herkesin gelir düzeyi, standartları birbirine yakındı. O yüzden de uçuk istekleriniz olmuyordu. Ne kimsenin babasının holdingi vardı, ne de benim arkadaşım Maserati’ye binerken ben başka bir arabaya biniyordum. Ev sohbetleriyle, sıcak aile ortamlarıyla büyüdüğümüz için dediğiniz gibi İstanbullu bir gence nazaran çok daha az şey görmüşümdür büyürken.

Röportaj: Sibel Ateş YENGİN - Akşam Cumartesi
Fotoğraf: Uygar TAYLAN