Ünlü olmayı en çok annem mutlu olduğu için seviyorum

Ünlü olmayı en çok annem mutlu olduğu için seviyorum
Giriş Tarihi : 08.04.2013 - 11:00
Güncelleme Tarihi : 08.04.2013 - 11:00
Ünlü olmayı en çok annem mutlu olduğu için seviyorum

Yayımlanmaya başladıktan kısa süre sonra fenomen haline gelen Behzat Ç. dizisinin baş karakterlerinden birisi de “Hayalet”... Adı Sabri, 30’lu yaşlarda, Cinayet Büro’da komiser... Ankara’daki tüm mekânları bilen, insanları tanıyan, bir “iz sürme” ustası... Behzat Ç.’nin ekibinin sessiz, oturaklı, duygusal elemanı... “Hayalet”e can veren İnanç Konukçu 26 yaşında, tiyatro eğitimi almış, “çiçeği burnunda” bir oyuncu... Canlandırdığı karakter gibi Ankaralı...  Sakin, esprili, sıcak kanlı... Onunla biraz “Hayalet”i, biraz da İnanç Konukçu’yu konuştuk.

Hayaliniz oyuncu olmak mıydı?
Hayır, mimar olmayı istiyordum... Üniversite sınavına hazırlanırken, bir taraftan da özel bir tiyatroda jonglörlük yapıyordum. Tiyatro sevgim o sıralarda başladı. Daha yakından bakınca bu işi yapmak istediğimin farkına vardım. Bir gün tiyatro sahibine gittim, “Beni de bir deneseler, olur mu acaba?” diye rica ettim. Deneyince daha çok sevdim.

Mimarlıktan oyunculuğa kaydı yani hayaliniz?
Evet, artık oyuncu olmak istiyordum. Çalıştığım tiyatroda oyunculuk sınavlarına hazırlık kursları da veriliyordu. O kursa katıldım ve ne kadar zor olduğunu gördüm. A.Ü. DTCF Tiyatro sınavlarına girmeye karar vermiştim. Ama o kadar gözüm korktu ki, “Ben yetersizim, sınava girmeyeceğim” dedim. Tiyatronun o zamanki sahibi Mustafa (Zorver), beni kulağımdan tutup, sınava götürdü. Girdim, kazandım.

Aileniz oyuncu olma kararınıza nasıl tepki verdi?
Başta zaten çatışmamız vardı; onlar mühendis olmamı istiyordu, ben ise mimar olmak. Tiyatro bölümü sınavına gireceğimi söylediğimde “Yapma” dediler. Annem sonradan itiraf etti, kazanacağıma inanmamış. Abim, “Sefil olursun, hiç gördün mü güzel bir arabaya binen, güzel bir evde oturan tiyatrocu?” diye vazgeçirmeye çalıştı. Baktı ben diretiyorum, “Aman zaten kazanamazsın” dedi. Tabii kazanınca abime -çok afedersiniz- biraz kapak oldu (gülüyor).

Behzat Ç. olmasa Londra’ya gidecektim 

Erdal Beşikçioğlu ile tanışmanız nasıl oldu?
Okulun son senesi Erdal Abi, Dib Sahne diye bir mekan açmıştı, orada tiyatro yapacaktı. Farklı bir performans denemesi olacaktı. Yeni mezun, heyecanlı gençleri görüşmeye çağırmışlardı. Seçmelere gittim, o sırada tanıştık. İlham Yazar ile birlikte görüşmeleri yaptılar. Tam bana göre bir rol vardı, çok önemli bir roldü, “Bana sıra gelmez” diye düşünüyordum. “Mojo”. Roller açıklandı, ismim okununca kalakaldım. Beni bir korku aldı. Yapamayacağımı söyledim ama İlham ve Erdal Abi “Oğlum saçmalama, yaparsın” diye bana cesaret, verdi. Oyunu bir sene oynadık, birçok ödül aldık. 

Sonra?
O bittikten sonra ufak bir aramız oldu. O sırada Devlet Tiyatroları sınav açtı ama girmedim. Çünkü yurt dışında oyunculuk okumak istiyordum. Vize işleriyle uğraşıyordum. Londra’ya gidecektim. 

Ama gidemediniz...
O günlerde Erdal Abi aradı, “Ankara’da yeni bir proje var, Serdar Akar burada, yarın görüşmeler olacak, katılmak ister misin?” diye sordu. “Tabii gelirim” dedim. Onlarca seçmeye katıldım. Aslında çok da ümitli değildim. Bir sabah telefonum çaldı; “Yarın sizi kostüm provasına bekliyoruz” dediler. “Kostüm provası? Kostüm provası ise rolü aldım galiba?”, “Evet aldınız” dediler. “Hangi rolü aldım?”, “Hayalet”. Gollll diye bağırmışım.

Hayalet benden farklı bir adam 

“Hayalet” nasıl biri?
Halk adamı, duygusal, arkadaşlık ilişkileri onun için çok önemli. İşini, Behzat Ç’nin yanında bulunanlar gibi çok iyi yapıyor, “Şunu bul” denildiğinde hemen buluyor. 

Hayalet ile İnanç ne kadar örtüşüyor?
Hayalet benden çok başka bir adam. O çok duygusal... 

Siz değil misiniz?
Duygusalım ama onun kadar değil. O da mahalle kültürüyle büyümüş, ben de. O da Ankaralı, ben de. Sanırım benzerliklerimiz bunlar. Ben onun gibi her gün aynı kıyafetle dolaşmıyorum. 

Hayalet niye hep aynı kıyafeti giyiyor?
Aslında bunun cevabını biraz gördük; babası zamanında birkaç gömlek dikmiş ona. Biraz suçluluk duygusu, biraz obsesyon durumlarından hep onları giyiyor. Aslında bu durum işime de yarıyor. Çünkü insanlar kostüm değiştirirken, ben çayımı içip, dinleniyorum... Gerçekte de polislerde, özellikle 24 saat işbaşında olan cinayet büroda öyle her gün janti giyinip işe gideyim durumları yok. 

Dizide yaşınız daha büyük görünüyor?
Hayalet olgun, oturaklı, 30 yaşlarında, mesleğini iyi yapan, cinayet büroda bir komiser. İnanç ise heyecanlı, enerjik, 26 yaşında bir genç. Birbirimizden çok farklıyız. 

Behzat Ç. nasıl bir amir?
Behzat, bir anti-kahraman. Ekibin ona saygı duymasının en büyük nedeni, işinin ehli olması, vicdanının olması, haksızlığa tahammül edememesi. Hepsi onu amir gibi değil, abi gibi görüyor. Bu nedenle aralarında kopmaz bir bağ var.

Ankara lügatı ile konuşuyoruz insanlar bunu çok sevdi

 Behzat Ç. başladıktan sonra polislerden nasıl tepkiler aldınız?
İlk başta, “Çok küfür ediliyor”, “Alkol ön planda” gibi şikâyetler geliyordu. Ama daha sonra onlar da bunun bir kitaptan uyarlama, hayal ürünü olduğunu anladılar. 

Aranızdaki konuşmalarda kullandığınız argo sözler, küfürler çok eleştirildi...
Ankara lügatı bu. Senaryoya uyarlanan kitabın yazarı Emrah Serbes, Ankara’da çok zaman geçirdiği için buna çok hakim. Ankara’da yaşıyorsanız, özellikle erkekler bilir, örneğin taksiye bindiğinizde, taksici her an küfredebilir... Dizide kullandığımız dil, sokakta her daim karşılaştığımız dil... Kurulan ilişkilerin samimi olması için öyle konuşmaların olması gerekiyor. Ben şöyle polis görmedim, “Merhabalar, ifadenizi almamız lazım”, “Geç la içeri” diyoruz... Biz bunu yansıttık, insanlar da bunu sevdiler.

 Polis olmak hiç aklınızın ucundan geçmiş miydi? Kafanızda nasıl bir polis algısı vardı?
Hayır, geçmedi... Bu ülkede polisler hiçbir zaman sempatik görünemedi. Polislere karşı bir önyargı var...

 Dizinin bu önyargının kırılmasına bir katkısı olmuş mudur?
Aslında bakıldığı zaman Behzat Ç. de, Hayalet de, Akbaba da sevilesi karakterler değil. Hayalet çirkin bir adam, Akbaba sürekli ceset peşinde...

 Ama sevildiler...
Bence sevilmesinin nedeni, birbirlerinin arasındaki ilişkiler. Belki iddialı olacak ama, biz bu ilişkiyi samimi biçimde yansıttığımız için, insanlar “Bunlar bize benziyor, bizim gibi konuşuyor” diye empati kurup sevdi.

Yayınlanan son bölümde “Cumartesi Anneleri”ni izledik. Dizi, sosyal yaralara cesurca değindiği için de övgüler alıyor...
Daha önce sanki günahmış gibi bazı konulara kimse yaklaşmamış. Senaristimiz Ercan Erdem, sanatçı duyarlılığına sahip. Böyle olduğu için, yaşadığımız lekelere değiniyor. Herkesin bunlara değinebildiği için Ercan’ı kutlaması lazım diye düşünüyorum.

AİLEMİN KIYMETLİSİYDİM

Kaç kardeşsiniz?
4 kardeşiz; 1 kız, 3 erkek. En küçükleri benim.

Çocukluğunuz nerede geçti?
Keçiören. Bir Ankara bebesi (gülüyor)... 

Nasıl bir çocuktunuz?
Ben ailenin kıymetlisiydim. Ne dersem yapılıyor, ne istersem alınıyordu... Mahalle kültürüyle büyüdüm. Yani bakkala gidip, “Abi bana bir gazoz açsana, sonra annem verir” derdim, tabii bu arada burunda sümük var (gülüyor) öyle bir çocuktum, mahalle çocuğu tam... Okuldan gelir, sokakta dolaşırdım. 

Anneniz bağırır mıydı camdan, “Akşam oldu eve gel” diye?
Evin arkasında saatlerce top oynardık, akşam olunca annem, “Ekmek al, yukarı çık” diye seslenirdi.

Yemek yapmayı beceremiyorum ama iyi temizlik yaparım

Yalnız yaşıyorsunuz, ev işleri ile aranız nasıl?
Yemek yapma denemelerim oldu. Ama her seferinde, bir önceki yaptığım bir sonrakine hiç benzemedi. O yüzden eve gelen arkadaşlarım, “Ben yemek yapayım” dediğimde, “Aman ha sen bulaşma” diyor. Çok sık yapmadığım için -bu nasıl bir yalandır ya- beceremiyorum işte yemek yapmayı (gülüyor). Evin temiz olmasını severim. Temizlik yaparım. Ara sıra yardımcı geliyor ama o olmadığında girer yaparım.

Sevgiliniz var mı?
Yok.

Nasıl bir sevgilisiniz, ilişki sizce nasıl olmalı?
Yaş ilerledikçe ilişkiler, beklentiler değişiyor. 10 yıl önce ergen muhabbetleri oluyordu. Sinemaya gidersin, elini kızın omzuna atarsın... Dünyanın en saçma hareketidir. Zaman geçtikçe, yaş büyüdükçe başka bir adam olmaya başlıyorsun. Daha fazla emek veriyorsun. Zaten ilişki çok emek istiyor. Yorucu ama olmadan da olmuyor. Giderek öğreniyorsun. Daha fazla emek veriyor, daha fazla seviyor, daha fazla yıpranıyorsun. Saçma bir noktaya doğru gidiyor, bilmiyorum ne olacak...

Şu anda hangi noktadasınız?
Yaptığım işten dolayı düzgün bir ilişki yaşayamıyorum. Çekimler nedeniyle zaman kavramı değişik bir hal aldı. Sevgilinle yemeğe gidecekken bir saat kala iptal etmen gerekebiliyor. Bu bir, iki olur. Üçüncü kez olduğunda karşı tarafın yüzü düşüyor, daha fazlalaşırsa aranızda buzlanma başlıyor... Şu anda karmaşık, çetrefil bir noktada.

Set dışında da dördümüz bir aradayız

Bir bölüm çekimi ne kadar sürüyor, yorucu oluyor mu?
5-6 gün sürüyor. Açıkçası bu benim ilk setim olduğu için kıyas yapamam, ama İstanbul’daki setlerde insanların çok daha fazla çalıştıklarını biliyorum. Bir de bizim şöyle bir şansımız var, Serdar Abi -çok teşekkür ediyorum- çok hızlı çekiyor, o yüzden çok yorulmuyoruz.

Set arkasını biraz anlatır mısınız, neler yaşanıyor?
Şunu anlatayım; dizi başlayalı yaklaşık 1.5 sene oldu. Bu kadar zamandır beraberiz. Mesela geçen gün, çekim bitti ayrıldık. Fatih aradı, daha yeni ayrılmışız “Ne oluyor?” dedim. “Hadi şuraya gidelim”, gidiyoruz. 8 saattir birlikteydik sette, ne kadar özlemiş olabilirsin? Ama gidip oturuyoruz. Ya da üçümüz bir yere gidecek oluyoruz, Erdal Abi’yi arıyoruz; “Abi napıyosun, hadi şuraya gidelim?”, gidiyoruz. Dörtlü yine bir araya geliyor. Normalde birbirimizden sıkılmamız lazım. Ama o kadar iyi bir iletişimimiz var ki, birbirimizden sıkılmıyoruz. 

Dizi dışında bir şey yapıyor musunuz?
Aslında tiyatro yapmak istiyorum ama bu tempoda mümkün olmuyor.

Behzat Ç. bittikten sonra ne yapacağınızı hiç düşündünüz mü? Çok yüksek bir yerden başladınız...
Açıkcası bu benim korkulu rüyam. Çok düşündüm, “Bundan sonra ne yapacağım?” diye. İyi bir işle başladım, devamında da iyi şeyler yapmak istiyorum, hem tiyatroda, hem kamera karşısında. Ama Türkiye’de oyuncuların durumu pek belli olmuyor. O kadar yetenekli arkadaşlarım var ki, yıllardır iş bekliyorlar. Bunu söylediğimde insanlar kızıyor ama, bu biraz şans ve kısmet.

Hem F.Bahçe’yi hem Gençlerbirliği’ni tutuyorum

 Diziyle birlikte ünlü oldunuz. Hayatınızda neler değişti?
İstanbul’da insanlar çok alışmış, bir oyuncuyu görünce sadece bakıyorlar. Ankara’da şöyle bir durum var -ki bu benim çok hoşuma gidiyor- “Vay Hayalet, naber la”... Ama ünlü olmamın en çok hoşuma giden tarafı şu, annem her yere beni götürmek istiyor. Her yere! Pazara bile benimle birlikte gitmek istiyor. Bu benim çok hoşuma gidiyor, çünkü onun mutlu olduğunu görüyorum. Komşu ziyaretine bile beni götürmek istiyor. Benim ne işim var komşu ziyaretinde? “Ayşe Teyzen çok hastaymış ona bir gidelim”... Gidiyoruz, Ayşe Teyze turp gibi...

Annenizle mi yaşıyorsunuz?
Kendi evim var. Ama annem yalnız yaşadığı için onun evine de gidiyorum. Abimler ve ablam yurt dışında, burada ben varım. Haliyle evin en küçüğü, bir yandan da erkeği oldum. 

“Hayalet”ten kalan boş zamanınızda neler yaparsınız?
Dart oynarım, film izlerim. Arkadaşlarımla zaman geçirmeyi severim. Annemle komşuluk ziyaretleri tabii (gülüyor).

Hangi takımı tutuyorsunuz?
İki takım tutuyorum; FB ve Gençlerbirliği. İlk izlediğim maç Gençler’indi. Ankara takımı olmasından dolayı gönül bağım var.

Maça gidiyor musunuz?
Ekiple ara sıra stada gidiyoruz, evde de her Türk erkeği gibi maç izlerim.

VATAN - ŞULE TÜRKER